1 Şubat 2010 Pazartesi

Fotoğrafçı anne / Anne fotoğrafçı

Biçemin içeriği aştığı, tekniklerin anlamdan önce geldiği, “çıkma” bir evrenselliğin, gerçek bir topografyanın işaret ettiklerine yeğlendiği, anlamsızlığın anlamın kendisi olduğu, hikmet burcuna girmeyi beklemektense, alelacele gitmenin başat görüş olduğu ve evrenin hakkını helal ettiği sergilerin giderek dibe vurduğu çölleşen fotoğraf dünyamızda, büyük bir keyif verdi “Emine Ceylan”ın sergisi, izleyenlerine...

Ceylan, “Zaman Yolculuğu“ adını taşıyan sergisini Gustav Klimt'ten Van Gogh'a, Picasso'dan Vermeer'e, Munch'tan Andrew Wyeth'a kadar dünya sanat tarihinin önemli ressamlarının resimlerinden yola çıkarak gerçekleştirmiş. Üstelik de, bunu seçtiği resimlerin üzerindeki hüzün perdesini, yaşayan bir varlık tarafından katmanlandırarak... Kendisinin de belirttiği gibi bu sergide Emine Ceylan, hikayesini en iyi bildiği “en aşina olduğu yüzü” kızı Asiye'yi model olarak kullanarak fotoğraflarını üretmiş. Asiye'nin fotoğraflara verdiği pozlar ve ifadeleri aracılığıyla; orijinal resimlerle hem biçimsel, hem de anlamsal düzlemde başarılı bir birliktelik oluşturduğunu görüyoruz. Model, sanki o ortamın gerçek parçasıymış gibi resimlerle organik bir ilişki içinde olmayı başarmış.

Portre fotoğrafçılığında, insanların yakınlarıyla, özellikle de çocukları ile çektiği fotoğrafların “hatıraya düşme” olasılığı çok yüksektir. Ama Emine Ceylan, hem fotoğraftaki tecrübesi, hem de resim tarihinden aldığı sağlam referanslar ve kızını yorumlarken kullandığı yabancılaştırma etkisiyle fotoğraflarında olağanüstü, hatta gizemli diyebileceğimiz bir atmosfer yaratıyor. İzleyicinin üzerinde hakimiyet kuran bu biçimsel çarpıcılığın daha sağlıklı işleyebilmesi için, Ceylan'ın çıkış yaptığı resim tarihindeki örneklere daha önce en az bir kez bakmış olmakta büyük fayda var. Bu bilginin varlığı, bakılan örnekler üzerinden yapılacak bir fotoğraf okuması için oldukça büyük önem oluşturuyor. İyi düşünülmüş ve uygulanmış bir sergi olan, Zaman Yolculuğu çalışması; aynı zamanda birbirlerini tanıma/anlama yolunda bir anne/kız yolculuğuna da karşılık geliyor.

Ünlü Alman fotoğrafçı Stephan Moses'in oğlu Manuel'i yıllarca çekerek yaptığı projesinden, üç çocuğu ile gerçekleştirdiği olağanüstü -ama Amerikan toplumunda önemli tartışmalara yol açan- çalışmalarıyla sıradışı bir fotoğraf sanatçısı olan Sally Mann bu konuda dünyada akla gelen ilk örnekler oluyor. Fotoğraflarıyla; mitoloji, İncil üzerinden Hristiyanlık tarihi ve kaçınılmaz olarak resim tarihine yaptığı göndermelerle de bir öncü olan Julia Margaret Cameron'u da asla unutmamamız gerekiyor. Genelde 19. Yüzyıl’ın Victoria Dönemi özelliklerini sergileyen, daha yakın bir bakışla da “Pre-Raphaelite” akımın izlerini süren Cameron, birçok fotoğrafında model olarak çocukları kullanarak, bu tarz bir fotoğrafçılığın gelişmesinde önemli katkılar sağlamıştır.

“En aşina olduğum yüz onunki, en iyi bildiğim yaşam geçişi onun yaşamı, umut ettiğim birçok şeyi elle tutulur hale getirebiliyorsam o yüzden, karanlık denizin üstünde asılı kalan soluk hilal aniden kaybolduğunda ya da zamanın geçişini hissettiren her şey bir hüzün kaynağı oluyorsa biraz da nedeni o.... Ve istedim ki, Rönesans'tan bugüne kimi resimlerde kızımı kullanarak zamanlar ötesi çağlara yolculuk yapalım, belki de o resimlerin her daim yaşamın akışkanlığının içinde olduğunu hissedelim, somut uzaklıklarını yok edip yanıbaşımızda duyumsayalım. Onları yeniden yarattık, bazen birebir benzetmeye çalışarak, bazen sadece bir duygusunu, yaratılan atmosferi hissettirmeyi önemseyerek” diyor sergi tanıtım yazısında Emine Ceylan. Ve taahhüt ettiklerinin hepsini yerine getiriyor Ceylan, kızı Asiye ile el ele, sabırla işlediği resim/fotoğraflarında.

0 yorum:

Yorum Gönder